Sevgili Öğrenciler, Velilerimiz,
Öğretmen ve İdarecilerimiz,
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 100.
yıl dönümüne bir kala sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
23 Nisan 1920, tarihimizde öylesine önemli bir dönüm noktasıdır
ki, ancak o tarihe dönüp yaşananları hatırlayabilirsek içinde bulunduğumuz
zamanı ve hakikatleri daha sağlıklı değerlendirme fırsatı yakalayabiliriz. Bu
nedenle gelin hep birlikte 99 sene öncesine bakalım.
23 Nisan 1920:
İstanbul, bir ay öncesinde ikinci defa işgal edilmiş; İtilaf Devletleri,
Anadolu’nun dört tarafını kuşatma altına almış ve büyük bir işgale
hazırlanıyordu. Birkaç ay öncesinde, gizli bir oturumla Misakımillî’yi kabul
eden Mebusan Meclisi, Padişah tarafından resmen kapatılmış fakat bu hamle istemeden
Ankara’yı millî mücadelenin merkezi haline getirmişti. Yurt savunmasına göğsünü
siper eden Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının katledilmelerine ilişkin Padişah emriyle verilen, Şeyhülislam
fetvası üzerine başlayan iç isyanlar bütün şiddetiyle devam ediyordu. Padişahın
parayla tuttuğu asiler Hendek, Adapazarı ve Düzce’de isyan başlatmış, Bolu
üzerinden Ankara’yı hedef almıştı. Halk, korku ve panik içerisinde, yarınını
bile öngöremiyordu.
Tarihin bu kritik anında, büyük bir yıkım, yokluk ve çaresizlik içerisindeki
halka, inanç ve umut veren Milli Mücadelenin, karşısında duran Padişahın yaptıklarını
hatırlayacak olursak, bugün Osmanlıcılık güzellemeleriyle kutsanmasının altında
yatan anlamı görmemiz de kolaylaşacaktır.
O günlerde yaşanan aralıksız çatışmaların ve kaosun içerisinde Mustafa Kemal soğukkanlılıkla hareket
ediyor, bağımsızlık ve milletin egemenliği için atılması gereken çok önemli bir
adımı planlıyordu. Milletin temsilcilerinden oluşan Meclis'in açılmasını…
O Meclis, 4 ay önce Sivas Kongresi’nden sonra büyük bir destekle
geldiği ve Milli Mücadelenin merkezi olarak belirlediği Ankara'da toplanacaktı.
Bir ay öncesinde ülke geneline gönderdiği telgrafla Büyük Millet Meclisini
temsil edecek delegelerin Ankara’da toplanmasını sağlamıştı bile... 21 Nisan’da
tüm ülkeye tebligat göndererek beklenmedik bir hamle yaptı ve 23 Nisan Cuma
günü Ankara’da Büyük Millet Meclisinin açılacağını duyurdu.
Böylelikle:
·
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak kongrelerle
başlattığı sivil direniş, halktan aldığı destekle resmiyet kazanacak,
·
Padişah’ın yerine geçecek olan siyasal otorite
oluşacak,
·
Kongreler döneminin sona ermesinden sonra
başlayacak Kurtuluş Savaşı’nın “bir isyan hareketi” değil de, “milli bir
hareket” olduğu bütün dünyaya ilan edilecekti.
Kusursuz bir plan, adeta saatin çarklarının döndüğü gibi adım adım
ilerliyordu…
Ve o gün geldiğinde Ankara'da büyük bir coşku vardı… Mustafa Kemal ve beraberindeki
milletvekilleri, 23 Nisan günü önce Hacı Bayram Camii'nde cuma namazını kıldı. Ardından,
dualarla İlk Meclis'in açılışını gerçekleştirdi. Büyük Millet Meclisinin
açılışı, büyük bir hassasiyetle toplumun gelenek ve göreneklerine uygun olarak
mukaddes bir şekilde düzenlendi.
23 Nisan 1920:
· Anadolu topraklarında süregelen 618 yıllık monarşi döneminin sonu,
· Asırlarca Anadolu topraklarının istilasını
hedefleyen, vesayetçi ve sömürgeci güçlere verilen en tutarlı milli duruş,
· Osmanlı’nın temsil ettiği yıkımın, dağılmanın,
çaresizliğin yerine, yeni Türkiye’nin
temsil ettiği umudun, birliğin ve güvenin
güneş gibi doğduğu gün olarak tarih kitaplarındaki yerini aldı.
O gün, Meclis'in adının, “Büyük
Millet Meclisi” olmasına karar verildi. Meclis Başkanı seçilen Mustafa Kemal bir gün sonra yaptığı konuşmasında
Samsun’a çıktığı günden itibaren yaşanan gelişmeleri detaylarıyla ele aldı. Konuşması
içerisinde yer alan şu cümle, Mustafa
Kemal’in o güne ilişkin duygu ve düşüncelerini bütünüyle özetler
nitelikteydi:
“Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu
haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev, milli iradeye uymayı her
şeyin üzerinde görmektir.”
Atatürk’ün, Büyük
Millet Meclisi Başkanı olarak halkına verdiği bu sözle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak
verdiği her sözün hiçbir zaman birbiriyle çelişmemesi ve büyük bir tutarlılıkla
gerçekleşmiş olması onun ne kadar büyük bir devlet adamı olduğunun göstergelerinden
biridir. Atatürk’le birlikte
anlıyoruz ki, tarihimiz boyunca devlet adamlarının verdiği sözlerle, davranışları
arasındaki tutarlılık, ülkemizin gelişmesinin ne yönde olduğunu belirleyen en
önemli faktörlerden biri olmuştur.
Bireyin değerlere dayalı kararlar alması sonucunda etik davranış
sergilediği sosyal bilimler tarafından tanınan bir gerçektir. 30 yılı aşan tarihimiz
boyunca tüm idareci ve öğretmenlerimizle temel değerlerimizi referans alarak öğrencilerimize
tutarlılıkla rol model olmaya devam ediyoruz çünkü...
·
23 Nisan 1920’de temelleri atılan demokrasinin,
1923’te ilan edilen Cumhuriyet’le birlikte bizlere emanet edildiğini
unutmuyoruz ve unutturmuyoruz…
·
İmkânsızlıklar içerisindeki bir toplumun Atatürk
devrimleri sayesinde dünyanın gelişmiş ülkeleri arasına girdiğini unutmuyoruz
ve unutturmuyoruz…
·
Tarihin tekerrür ettiğini ve tüm
imkânsızlıklara rağmen Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış bir neslin torunları
olduğumuzu, unutmuyoruz ve unutturmuyoruz...
Tarihimizi çocuklarımıza sadece kitaplarla aktarmaya kalkacak olsak
kuru bilgi olarak kaldığı gibi onlar için büyük bir anlam ifade etmeyecektir. Milli
günlerimiz, çocuklarımızın yaşayarak, hissederek tarihimizi anlamaları ve
özümsemeleri için büyük bir fırsattır. YÜCE
Okulları olarak milli bayramlarımızı bugün olduğu gibi büyük bir coşkuyla ve
heyecanla öğrencilerimize yaşatıyor olmamız aynı zamanda sözlerimizle
davranışlarımız arasındaki tutarlılığı ifade etmektedir.
Atatürk’ün çocuklarımıza
en büyük armağanı olan özgürlüğü ve bağımsızlığı sürdürmenin kararlılığı
içerisinde olduğumuz bu özel günde, Başkomutanımız ve Ulu Önderimiz Atatürk ve tüm şehitlerimizi rahmet ve
saygıyla anıyor, Atatürk’ün izinde
yürüyen YÜCElen gençlerimize
sevgilerimi iletiyorum.
Saygılarımla,
Kağan Kalınyazgan