Kurucu Temsilcisi - Kağan KALINYAZGAN

Sevgili Öğrenciler, Velilerimiz, Öğretmen ve İdarecilerimiz…

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 103. yıl dönümünde sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.


Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olan 19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’in bir kahraman olarak yeniden doğduğu, Türkiye’nin yeniden ayağa kalktığı ve çağdaş Cumhuriyetin ilk temellerinin atıldığı büyük bir gündür. 19 Mayıs, Türk ulusu için aydınlığa, özgürlüğe ve çağdaşlığa atılan ilk adımdır.


Bandırma Vapuruyla 16 Mayıs 1919’da yola çıkan Mustafa Kemal, üç günlük fırtınalı deniz seyahati boyunca olumsuz hava koşullarına rağmen kamarasında yoğun bir şekilde çalışmış, daha sonra sorulduğunda Bandırma Vapurunda kurulacak olan yeni Türkiye’nin yönetim şekli Cumhuriyeti ve yapılması gereken devrimleri düşündüğünü ifade etmiştir. Büyük bir savaş başlatmak üzere İstanbul’dan yola çıkan bir komutanın önündeki savaşı değil de zafer sonrasında yapacağı devrimleri düşünebilmesi büyük bir öngörünün ve inancın göstergesidir. Atatürk’ün en büyük özelliklerinden biri en zor ve güç anlarda dahi umutsuzluğa kapılmaması ve başarıya olan kayıtsız inancıdır. Onu ve ona inanan Türk halkını zafere götüren kudret, halkına da kazandırdığı bu inançta yatıyordu.


Yaşamının yarısında cephelerde savaşan, diğer bir yarısında ise çağdaş ve tam bağımsız bir Cumhuriyet kuran Atatürk’ün geleceğe dair inancının altında müthiş bir öngörü yeteneği dikkat çekiyordu. Aslında bu yeteneğe daha gençlik yıllarından itibaren sahipti. Örneğin;


1908 yılında Selanik’te bir akşam Mustafa Kemal, sofradaki dostlarına ileride nasıl iktidara geleceğini anlatır. Sonra da orada bulunanlara gelecekteki görevlerini açıklar. Masadakiler; Fuat Bulca, Nuri Conker, Fethi Okyar ve Salih Bozok onu hayretle izler. Herkese görev bölümü yapıldıktan sonra, sıra Bozok’a gelince, “Salih,” der, “Seninle hiç ayrılmayacağız. Seni kendime yaver yapacağım." Masadakiler sorar: "Peki sen ne olacaksın?" Yanıt kısadır: "Ben, size bu görevleri verecek adam olacağım."


1915 yılında Mustafa Kemal 19. Tümen Komutanı olarak Çanakkale Savaşında tarihi bir öngörüde daha bulunur. Başta Alman komutan Liman von Sanders olmak üzere herkes Çanakkale Boğazına konuşlanan işgal kuvvetlerinin Saros Körfezi’ne çıkartma yapacağını düşünürken Mustafa Kemal, çıkartmanın Anafartalar bölgesinde olacağında ısrar eder; yetki alır ve Çanakkale Savaşı onun isabetli kararları doğrultusunda zaferle sonuçlanır.


25 Ağustos 1922 gecesi, Büyük Taarruzun başlamasına saatler kala Mustafa Kemal Paşa, Keçiören’de bir evde kurmaylarına bakar ve şöyle der: “Düşmana hücum haberini aldığınız zamandan itibaren hesap ediniz. 15. günde İzmir'deyiz!” Odadaki herkes şaşkın bir şekilde birbirlerine bakar. Türk ordusu 9 Eylül 1922 tarihinde, yani taarruzun başlamasından 14 gün sonra İzmir’e girer. Mustafa Kemal Paşa Keçiören’deki evde yanında bulunanlara imalı şekilde yanıldığını ifade eder ve “Sadece bir gün yanılmışım ama bu kusur bende değil düşmanda” diye söyler.


Atatürk’ün öngörüleri Erken Cumhuriyet Döneminde de devam eder. Atatürk’ün kavrayış gücü ve engin sezgileri ile çağın çok önünde yapılan devrimler, kaba tarımdan çıkıp sanayileşmeye, kentleşmeye doğru hızla gelişen ulusumuzu çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkartır.


1934’te Balkan ve 1937’de Sadabat Paktı ile Türkiye’nin çevresinde barış çemberi kuran Atatürk 2. Dünya Savaşını da öngörür. Vefatının hemen öncesinde; “Çok geçmeden Avrupa’da bir fırtına kopacak, bu müthiş fırtına dünyanın her tarafına yayılacak ve insanlık bir savaş felaketinin bütün kötülükleri ile bir daha karşılaşacaktır.” diye belirtir.



Saymakla bitmez Atatürk’ün öngörülerini. Yılmaz Özdil, Mustafa Kemal kitabında bu mucizevi durumu şu şekilde açıklar: “Mustafa Kemal sanki hayatını bir film gibi baştan sona izlemiş ve sonra dönmüş baştan yaşanacakları bilir gibi yaşamış.” Yaşamı boyunca olacakları görüp buna göre harekete geçen Atatürk’ün izlediği film sadece kendi hayatıyla ilgili değildi; o, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği hakkında da tarih sahnesinde defalarca doğrulanan öngörülerde bulundu.  Bakın, bu öngörü, inanç ve geniş düşünce ufkuyla yazdığı Gençliğe Hitabe, 100 yıl sonra dahi günümüzü aydınlatıp onu haklı çıkarmaya devam ediyor. Şimdi de Gençliğe Hitabenin asli muhatabı olan Türk gençliği, Atamızdan aldıkları sonsuz yetkiyle, Türk bağımsızlığını ve ikinci yüzyılına doğru ilerlerken Cumhuriyet’i savunup korumaya devam ediyor. Bu anlamlı günde, hepimize yol gösterip en önemli rehberimiz olan bu satırları, gençlerimizin sorumluluk beyanı olarak YÜCE Fen Lisesi öğrencimiz Beril Ercan’dan dinleyelim.


Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.


Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.


Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.


Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” sözüyle en büyük eserim dediği Cumhuriyetin yıkılmayacağına dair inancını her zaman korudu. Gelecekte Cumhuriyeti koruma görevini neden gençlere verdiği ise hepimizce sorgulanması gereken bir durumdur. Elbette ki Atatürk bu görevi en büyük eserinin yıkılmasına seyirci kalabilecek kitlelere vermeyecekti. Onun için Türk Gençliği vatan sevgisiyle dolu, idealist, çıkar peşinde koşmayan, doğrulardan yana olan, dürüst, açık fikirli, duyarlı ve cesur olan milletin dinamik fertlerini temsil ediyordu. Başka bir deyişle onun için gençlik, gelişmeler karşısında seyirci kalan değil, harekete geçen, çevik ve cevval bir karaktere sahip olmalıydı. Dolayısıyla Cumhuriyeti her ne pahasına olursa olsun koruma görevini bugün bu sıralarda yer alan ve onun izinden giden Atatürk gençliğine ve hangi yaşta olursa olsun onun Türk gençliği tanımına giren ve kendilerini böyle hisseden kitlelere vermişti. Tıpkı YÜCElen gençlerimiz gibi.


Bu duygu ve düşüncelerle 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nızı kutluyor, Başkomutanımız ve Ulu Önderimiz Atatürk’ü ve tüm şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyor, onlara duyduğumuz sonsuz saygı ve gönül borcunu bir kez daha yinelemek istiyorum.


Saygı ve sevgilerimle,

Kağan Kalınyazgan

Adres Bilgileri