Kurucu Temsilcisi - Kağan KALINYAZGAN

Sevgili Öğrencilerimiz, Değerli Velilerimiz, Kıymetli Öğretmen ve İdarecilerimiz,

 

Bu anlamlı günde sizleri en içten duygularla, sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyetimizin 101. yılını hep birlikte kutladığımız bu coşkulu anı paylaşmaktan, böylesine onurlu bir günün parçası olmaktan büyük bir mutluluk ve gurur duyuyorum.

 

Bir asır öncesine döndüğümüzde, Cumhuriyet’in ilk adımları atıldığında, Türkiye’nin nasıl zor şartlar altında olduğunu görüyoruz. Sevr Anlaşması’yla topraklarımız yedi parçaya bölünmüş, Osmanlı Devleti dağılmış, halk çaresiz kalmıştı. Sadece İç Anadolu'nun küçük bir kısmı ve Orta Karadeniz Türklere bırakılmıştı. Ama atalarımız asla bu karanlığı kabullenmedi. "Ya istiklal ya ölüm!" diyerek Atatürk’ün önderliğinde bağımsızlık için canla başla savaştı. Zaferle taçlanan Kurtuluş Savaşı’nın ardından dünya, küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’ne şahit oldu.

 

O günlerde, Türk ulusunun yaşadığı sıkıntıları bugün hayal bile etmek güç. Sanayi yok denecek kadar azalmış, ticaret durmuştu. Her yerde tefeciler halkı ezmekteydi. Adalet ise sarayın elindeydi ve sadece ayrıcalıklı sınıfların lehine işliyordu. Elektrik birkaç büyük şehrin az sayıda bölgelerine ulaşmaktaydı. Salgın hastalıklar sadece insanları değil hayvanları da sarmış, hayvancılık adeta can çekişiyordu. Doktor sayısı birkaç yüzü geçmiyordu, yaşam süresi 40 yılın altındaydı, bebek ölüm oranları korkunç seviyelerdeydi. Eğitimde büyük bir eşitsizlik vardı; sadece küçük bir azınlık eğitim alabiliyor, kız ve erkek çocuklar ayrı sınıflarda, farklı müfredatlarla eğitiliyordu. Ve kadınlarımız... İnsan yerine bile konulmuyordu. Osmanlı'da kadının yeri dahi yoktu. Ancak bu karanlık tabloya karşı Atatürk’ün liderliğiyle 29 Ekim 1923’te bir umut doğdu. Genç Türkiye Cumhuriyeti, 15 yıl gibi kısa bir sürede mucizevi bir şekilde karanlıktan aydınlığa çıkmayı başardı.

 

Cumhuriyet’in ilk 15 yılında başta tarım ve sanayi olmak üzere ekonomiye, eğitme, sağlığa ve kültüre kadar; hatta daha da birçok alanda büyük devrimler gerçekleşti.

 

Halkı yüzyıllarca esir eden dogmalar ortadan kaldırıldı. Aklın ve bilimin ışığında ilerleyen genç Cumhuriyet, tekke ve zaviyeleri kapatarak yerine enstitüler, yüksekokullar ve üniversiteler açtı. Türkiye, bilimin dünya çapında bir çekim merkezi haline geldi. Harf devrimi ve Milli Mekteplerin kurulmasıyla okuma yazma oranı 15 yılda %3’ten %23’e yükseldi. Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitimde fırsat eşitliği sağlandı. Sağlıkta dev adımlar atıldı, yeni hastaneler kuruldu ve sağlık hizmetleri genişletildi. Bebek ölüm oranları azaldı, salgın hastalıklar kontrol altına alındı.

 

Yapılan adalet reformlarıyla, herkesin kanun önünde eşit olduğu, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yargı sistemi inşa edildi. İlk Anayasa ve Medeni Kanunla başta kadınlarımız olmak üzere her Türk vatandaşı temel hak ve özgürlüklerine kavuştu. Kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip olarak eğitimde ve iş hayatında aktif roller almaya başladılar. 15 yılda, haremden çıkan Türk kadını, dünyanın hayranlıkla baktığı modern Türk kadını haline geldi.

 

Merkez Bankası, para politikasını düzenleyerek ekonomiyi dengelemeye başladı. İş Bankası gibi milli bankalar hem yerli sermayeyi destekledi hem de sanayi yatırımlarına finansman sağladı. Yeni bankalar kuruldu, böylece halkın ekonomik katılımı arttı ve finansal sistem güçlenmeye devam etti.

 

Türkiye, kendi sanayi kuruluşlarını, Sümerbank ve Etibank gibi devlet destekli kurumlar aracılığıyla inşa etti ve üretim gücünü arttırdı. Modern makineler ve tekniklerle köylüye destek verildi; Ziraat Bankası aracılığıyla çiftçilere kredi sağlanarak tarımda verimlilik arttı. Bu sayede, Türkiye'nin tarım ve sanayi üretimi her geçen yıl artarak, ekonominin temel direkleri haline geldi. Genç Türkiye kendi kendine yeten bir ülke olma yolunda hızla ilerledi.

 

1938 yılında, dünya genelinde ekonomik krizlerin ve savaş hazırlıklarının gölgesinde pek çok ülke zorluklarla mücadele ederken Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet'in ilk 15 yılı içinde kaydettiği büyük gelişmelerle refah ve bolluk dönemine girmişti. Büyük Buhran’ın gölgesinde kalan Avrupa, işsizlik ve kıtlıkla mücadele ederken Türkiye bir mucize gerçekleştirdi ve devalüasyonun zıddı yaşandı. Yani revalüasyon ile Türkiye fiyatları düşürürken aynı zamanda büyüme hızını da artırdı. Elektrik yaygınlaştı, yeni hastaneler açıldı, eğitimde fırsat eşitliği her geçen gün daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. Halkımız, tüm bu devrimler sayesinde dünyayla kıyaslandığında daha aydınlık, refah ve umut dolu bir geleceğe emin adımlarla ilerlemeye devam etti.

 

Tam 101 yıl sonra, bugün, dönüp baktığımızda anlıyoruz ki Atatürk ve silah arkadaşları sadece bir milletin bağımsızlığı için savaşıp askerî zaferler kazanmakla kalmamışlar; halkımızın kalbine bağımsızlık aşkını, adaletin sarsılmaz inancını ve bilimin aydınlatıcı yolunu da yerleştirmişler. Onların bizlere miras bıraktığı bu değerler, sadece geçmişin bir parçası değil, bugünümüzü ve yarınımızı şekillendiren en güçlü rehberlerdir. İşte bu yüzden YÜCE Okulları olarak düşündük ki bu 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda hep birlikte bir zaman yolculuğuna çıkalım. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1938’de verdiği o büyük meyvelere, Atatürk’ün inanılmaz bir hızla gerçekleştirdiği mucizelere ve o günün ruhuna tanık olalım. Böylece bizler de geleceğe doğru atacağımız adımları daha sağlam ve kararlı bir şekilde planlayabilelim; Cumhuriyet’imizin bize sunduğu değerlerle daha aydınlık bir yarın inşa edelim.

 

Bugün bu sahnede tanık olacağımız her ân, bizlere bir kez daha Cumhuriyetimizin ne kadar kıymetli olduğunu, Atatürk’ün bize bıraktığı bu mirasın yüceliğini hatırlatacak. O günlerin ruhunu yaşatan öğrencilerimizin gözlerinde, ülkemizin aydınlık yarınlarına olan inancı ve Atatürk’ün izinden yürüyen genç nesillerin kararlılığını göreceğiz. Bu sahnede yaşanan her duygu, her söz, bizlere Cumhuriyet’in sadece bir yönetim şekli değil, bir milletin umudu, bir halkın geleceğe uzanan ışığı olduğunu yeniden hissettirecek.

 

Bu salondan ayrılırken sadece Cumhuriyet’in tarihî mirasını anlamış olarak değil, bu mirasa daha sıkı sarılmak ve onu geleceğe taşımak için yüreklerimizde daha büyük bir kararlılık taşıyarak kalkacağız. Çünkü biliyoruz ki, bu ülkenin geleceği; Cumhuriyet’in evrensel ilkelerini koruyan, özgürlüğü ve çağdaşlığı rehber edinmiş, aydınlık bir neslin ellerinde daha da yüceltilecek.

 

Bu duygularla, Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Cumhuriyet’in kuruluşu ve kalkınması yolunda canlarını feda eden tüm şehitlerimizi en derin saygı ve minnetle anıyorum. Atatürk’ün çizdiği yolda, ilke ve devrimlerine bağlı kalarak, geleceğimizi inşa eden YÜCELEN GENÇLERİMİZİ büyük bir umut ve gururla selamlıyorum. Bizler, onun ışığında özgür ve aydınlık yarınlara yürümeye devam edeceğiz.

 

Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk!

 

Sevgi ve saygılarımla,

Kağan Kalınyazgan

 

 

Dear Students, Esteemed Parents, Respected Teachers and Administrators,

 

On this meaningful day, I extend my warmest greetings to you with love and respect. It is a great joy and honor to share this moment of celebration with you, as we mark the 101st anniversary of our Republic together.

 

When we look back a century, to the early days of our Republic, we see the difficult circumstances under which Turkey was born. Our lands had been divided into seven parts by the Treaty of Sèvres, the Ottoman Empire had fallen, and our people were left in despair. Only a small part of Central Anatolia and the Central Black Sea were left to the Turks. Yet, our ancestors refused to accept this darkness. Led by Atatürk, they fought with all their strength for independence, rallying behind the cry of "Independence or Death!" After the victory in the War of Independence, the world witnessed the rebirth of the Turkish Republic from the ashes.

 

It is hard to imagine today the hardships that the Turkish nation endured in those days. Industry had all but disappeared, trade had come to a halt, and usurers everywhere were exploiting the people. Justice was in the hands of the palace, serving only the privileged classes. Electricity reached only a few areas in major cities. Epidemic diseases affected not only people but also animals, and livestock farming was on the verge of collapse. The number of doctors barely exceeded a few hundred, life expectancy was below 40, and infant mortality rates were at frightening levels. There was great inequality in education; only a small minority had access to schooling, with boys and girls separated into different classes, following different curricula. And as for our women... they were not even regarded as people. There was no place for women in the Ottoman system. Yet, amid this darkness, a beacon of hope arose under Atatürk’s leadership on October 29, 1923. In a miraculous 15 years, the young Turkish Republic emerged from darkness into light.

 

In the first 15 years of the Republic, revolutionary changes took place in many areas, from the economy, agriculture, and industry to education, health, and culture.

 

The dogmas that had held the people captive for centuries were abolished. Advancing under the light of reason and science, the young Republic closed down dervish lodges and shrines, replacing them with institutes, high schools, and universities. Turkey became a global center of scientific attraction. With the alphabet reform and the establishment of national schools, the literacy rate rose from 3% to 23% in just 15 years. The Unification of Education Law ensured equal educational opportunities. Tremendous strides were made in healthcare, new hospitals were established, and healthcare services were expanded. Infant mortality rates decreased, and epidemic diseases were brought under control.

 

With judicial reforms, a legal system based on the rule of law and equality before the law was established. With the first Constitution and Civil Code, every Turkish citizen, especially women, gained fundamental rights and freedoms. Women obtained the right to vote and be elected, and they began to take active roles in education and the workforce. Within 15 years, Turkish women transformed from the harem to becoming modern women admired by the world.

 

The Central Bank began to stabilize the economy by regulating monetary policy. National banks such as İş Bankası supported domestic capital while providing financing for industrial investments. New banks were established, increasing public economic participation and strengthening the financial system.

 

Turkey built its industrial establishments through state-supported institutions like Sümerbank and Etibank, boosting production power. Modern machinery and techniques supported rural farmers, and with agricultural loans through Ziraat Bank, agricultural productivity increased. As a result, Turkey’s agricultural and industrial production grew each year, becoming the pillars of the economy. The young Turkey rapidly advanced toward becoming a self-sufficient nation.

 

In 1938, while many countries were grappling with economic crises and preparing for war, the Turkish Republic, in just the first 15 years of the Republic, had entered a period of prosperity and abundance. While Europe struggled with unemployment and shortages in the shadow of the Great Depression, Turkey achieved an economic miracle, experiencing revaluation instead of devaluation. Turkey reduced prices while simultaneously increasing its growth rate. Electricity became widespread, new hospitals opened, and equal educational opportunities reached more people each day. Thanks to all these reforms, our people continued to march confidently towards a brighter, more prosperous, and hopeful future, even when compared to the rest of the world.

 

One hundred and one years later, today, as we look back, we understand that Atatürk and his comrades fought not only for the independence of a nation and military victories but also instilled in the hearts of our people a love for independence, an unshakeable belief in justice, and the guiding light of science. The values they bequeathed to us are not merely remnants of the past; they are the strongest guides shaping our present and future. This is why, as YÜCE Schools, we thought it fitting on this Republic Day to embark on a journey through time together. Let us bear witness to the fruits borne by the young Turkish Republic in 1938, to the miracles that Atatürk accomplished in an astonishingly short time, and to the spirit of those days. This way, we too can plan our steps towards the future with greater strength and determination; building a brighter tomorrow with the values that our Republic has bestowed upon us.

 

Every moment we witness on this stage today will remind us once again of the preciousness of our Republic and the greatness of the legacy that Atatürk left to us. In the eyes of our students, who bring to life the spirit of those days, we will see our nation’s unwavering belief in a brighter future and the determination of young generations following in Atatürk’s footsteps. Every emotion, every word we experience on this stage will once again make us feel that the Republic is not just a form of government but the hope of a nation and the light guiding a people’s future.

 

As we leave this hall, we will not only carry with us a deeper understanding of the Republic’s historical legacy, but we will also hold an even stronger resolve to embrace this legacy and carry it forward. For we know that the future of this country will rise higher in the hands of a generation that upholds the universal principles of the Republic, guided by freedom and modernity.

 

With these feelings, I pay my deepest respects and gratitude to our Commander-in-Chief, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, and all our martyrs who sacrificed their lives for the establishment and development of the Republic. With great hope and pride, I salute our RISING-YÜCE YOUTH, who are building our future by remaining committed to Atatürk’s principles and reforms. We will continue to walk toward a free and bright future under his light.

 

Long live the Republic! Long live Mustafa Kemal Atatürk!

 

Sincerely,

 

Kağan Kalınyazgan

Adres Bilgileri