Sevgili Öğrencilerimiz, Değerli Velilerimiz, Öğretmen ve
İdarecilerimiz, bu özel günde sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Tarihimizde çok önemli bir kilometre
taşını oluşturan Cumhuriyet’in kuruluşunun
95. yıl dönümünü kutladığımız bu özel günde sizlerle birlikte olmaktan,
coşkunuzu ve sevincinizi paylaşmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.
Atatürk’ün değişiyle, “Geçmişini bilmeyen geleceğine
yön veremez.” Bu nedenle gelin bu özel günde, kısa bir tarih yolculuğu
yaparak Cumhuriyet’in kuruluş
dönemine gidelim ve Cumhuriyet’in Atatürk’le
geçen ilk 15 yılına hep birlikte göz atalım.
Sevr anlaşmasıyla ülkemiz 7 parçaya
bölünmüştü. Osmanlı Devleti çökmüştü. Sadece İç Anadolu’nun bir bölümü ve Orta
Karadeniz Türklere bırakılmıştı.
Millet yorgun ve fakirdi. Köyler ateşe veriliyor; kadın, çocuk demeden insanlar
öldürülüyordu. Atatürk’ün “Ya
istiklal, ya ölüm!” sözüyle başlayan Kurtuluş Savaşı, “Hedefimiz
Akdeniz!” emriyle sona erdi. Bugünkü sınırlarımızda milli egemenliğin
tesis edilmesini takiben tam bağımsız Türkiye
Cumhuriyeti kuruldu. Atatürk’ün “Özgürlüğün
de, eşitliğin de, adaletinde kaynağı ulusal egemenliktir.” sözü tarihe
geçti. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü zamanla milletvekili yeminlerinde
yer aldı.
Meşrutiyete bağlı devlet düzeninde
yasama, yürütme ve yargı padişah ve emrindeki sadrazamda toplanıyordu. Halkın
kendisini idare edecek kişileri seçmede hiçbir yetkisi ve hakkı bulunmuyordu. Cumhuriyet’le birlikte güçler ayrılığı
ilkesi hayata geçti, yasama yürütme ve yargının görevleri tanımlandı; egemenlik
kayıtsız şartsız millete verildi. O dönemde Avrupa’da, Fransa ve İngiltere’nin
dışında sadece Türkiye halkın
egemenliğinde yönetiliyordu.
Küçük bir azınlık dinine ve mensup
olduğu ırka göre farklı okullarda, kızlar ve erkekler ayrı sınıflarda eğitim
görüyordu. Arapça ve Farsçanın karılmasıyla oluşan Fransızca kelimelerle
evrilen Osmanlıca, büyük zorluklarla Arap alfabesiyle yazılmaya çalışılıyordu. Harf
devrimiyle eğitim çağdaş bilim gereklerine uygun hale getirildi ve okuma yazma
oranı 15 yılda yüzde 3’ten yüzde 23’e yükseldi. Tevhidi Tedrisat kanunu ile eğitimde
fırsat eşitliği sağlandı. İlk olarak 23 Nisan 1933 yılında okutulan andımızla “Türk’üm,
doğruyum, çalışkanım…” diyerek güne başlayan nesiller 2013 yılına kadar
80 yıl boyunca milli mücadele ruhunu yaşamaya ve yaşatmaya devam etti.
Her yerde tefeciler halkı eziyordu.
Un dahi ithal ediliyordu. Sığır vebası hayvancılığı öldürüyordu. Sanayi
ürünlerini dışarıdan alıyorduk. Elektrik yalnızca İstanbul ve İzmir’in bazı
semtlerinde vardı. 1923 yılında 1 dolar 1,67 lirayken, 1938 yılında 1,26 liraya
geriledi. Devalüasyon yerine, belki de çoğumuzun ilk defa duyacağı bir kelime
olan revalüasyon yaşanıyordu. Fiyatlar geriliyor, Türkiye her yıl yüzde 10’a yakın bir oranda büyüyordu. Bu kalkınma
örneği dünyada bir daha görülmedi.
Sadece birkaç yüz doktor ve yüzden az
eczane vardı. Ortalama yaşam süresi 40’tı. Nüfusun yarısı hastaydı. Bebek ölüm
oranı % 60’ı geçiyordu. Hastane yoktu. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı
kuruldu; 15 yılda yüze yakın hastane bünyesinde on binlerce yatak kapasitesine
ulaşıldı. Sağlık personeline zorunlu hizmet uygulaması başlatıldı ve ücret
artışı ile özendirildi. Başta sıtma olmak üzere ülkenin her yanındaki birçok
sağlık sorunu denetim altına alındı.
Anlatmakla bitmiyor, öyle değil mi? Devam ediyoruz…
Halkın zihnini yüzyıllarca esir alan,
akıl ve bilimden uzak tekke ve zaviyeler fikir merkeziyken, kanunla kapatıldı,
yerine enstitüler, yüksekokullar, akademiler, Ankara Devlet Konservatuarı ve
İstanbul Üniversitesi açıldı. Alman zulmünden kaçan öğretim görevlilerinin Türkiye’ye gelmesi sağlandı ve yurt
dışına eğitime gönderilen bine yakın gencin ülkeye dönmesiyle Türkiye Cumhuriyeti 15 yılda bilimin dünyadaki
çekim merkezi haline geldi.
Cumhuriyet’ten önce kadın, insan olarak dahi görülmüyordu.
Saray mensupları, çevresi ve yabancı azınlıklar daha fazla hak ve üstünlüğe
sahipti. İşgal altındaki Anadolu’da can ve mal güvenliği yoktu. Doğudaki
aşiret, bey, ağa ve şeyh düzeni insanlıkla bağdaşmıyordu. İlk Anayasa ve Medeni
Kanunla her Türk vatandaşı temel hak
ve özgürlüklerine kavuştu. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Haremle
özdeşleşen Osmanlı kadını, 15 yılda dünyanın imrenerek baktığı Türk kadınına dönüştü ve Türkiye Cumhuriyeti insan hakları
açısından döneminde dünyada örnek bir ülke haline geldi.
Osmanlı fetva ve fermanlarla
yönetiliyordu. Osmanlı Devleti ve Padişah Vahdettin, çıkardıkları fermanla Mustafa Kemal’in liderliğinde
başlatılan direnişin durdurulmasını ve hatta idamını emretmişti. Genç Cumhuriyet bünyesinde 15 yılda
gerçekleşen devrimlerle aklın, bilimin, pozitivizmin ilkeleri temel alınarak
dogmatizm terk edildi, Türkiye
Cumhuriyeti o dönemde dünyadaki sınırlı sayıdaki çağdaş ve laik ülkeler
arasındaki yerini aldı.
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş
Savaşı ile yedi cihanla savaşan bir millet Atatürk’ün
vizyonu ile “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini benimsedi. İkinci Dünya
Savaşı’nın yaklaştığını gören Atatürk,
o müthiş öngörüsüyle dostluk ve iş birliği antlaşması olarak anılan Sadabat ve
Balkan Paktlarını imzalayarak Türkiye
Cumhuriyeti çevresinde adeta bir barış çemberi kurdu.
Tarih 15 yılda, paramparça bir devlet,
umudunu yitirmiş ve yokluklar içerisindeki bir halkın, “Türk milletinin karakteri
yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti;
milli birlik ve beraberlik içinde güçlükleri yenmesini bilmiştir.” sözüne
ve bu sözün başta Atatürk, silah
arkadaşları ve Cumhuriyet’in
kuruluşunda emeği olan her Türk
önderinin rol model olmasıyla, adım adım gerçekleşmesine şahit oldu.
MİLLİ EGEMENLİK, MİLLETİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ, DEMOKRASİ, EĞİTİMDE
FIRSAT EŞİTLİĞİ, SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ, KUVVETLER AYRILIĞI,
AKIL VE BİLİMİN IŞIĞI, İNSAN HAKLARINA BAĞLILIK, EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK, LAİKLİK, BARIŞ,
MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK…
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kurulmuş olabilir; ancak Cumhuriyet’i oluşturan bu temel kavramların içi Atatürk İlke ve İnkılaplarıyla tek tek doldurularak Cumhuriyet 15 yılda büyük bir vizyon ve emekle fiilen hayata geçti.
Atatürk’ün kurduğu bu eşsiz Cumhuriyet’e verilebilecek en büyük
zarar Cumhuriyet’i oluşturan bu
temel kavramların içini boşaltmakla gerçekleşecektir. Bu kavramların tersi olan
uygulamaların sanki bu kavramlar referans alınarak hayata geçirilmesi ile anlam
karmaşası yaratılmakta ve üzerlerine yepyeni anlamlar yüklenmesi için zemin
oluşmaktadır. Hâlbuki milli eğitim sistemi bilgiyi ezberletmek yerine,
öncelikli olarak öğrencilerine bu kavramları doğru bir şekilde kazandırsa,
zihinlerindeki bağları aksi yönde şekillendirmek bu kadar da kolay olmayacaktır.
Adalet, özgürlük, eşitlik ya da herhangi başka bir kavramı doğru şekilde
kazanmış biri, tam tersi bir uygulamanın bu kavramlara mal edilmesini asla
kabullenmeyecektir.
YÜCE Okulları, literatürde yer alan tüm
kavramları öğrencilerine doğru bir şekilde aktarmak ve bu kavramları
yaşamlarında kullanarak tutum ve davranışlarına yansıtmak amacıyla eğitim ve öğretim
sistemleri oluşturmakta, büyük bir emek ve iradeyle uygulamaktadır. Bugün
burada öğrencilerimizin sergileyeceği performans da, bu programın önemli bir
parçasını oluşturmaktadır. Büyük bir istekle gönüllü olarak bugünkü programda görev
alan öğrencilerimizi şimdiden kutluyor, onlara rehber olan öğretmenlerimize
teşekkür ediyorum.
Atatürk’ün Türk gençliğine en büyük emaneti olan Cumhuriyet’i ve onu oluşturan temel kavramları, 95. kuruluş yıl
dönümünde korumanın ve öğrencilerimize kazandırmanın kararlılığı içerisinde
olduğumuzu bir kez daha ifade etmek isterim. Bu özel günde, Başkomutanımız ve
ulu önderimiz Atatürk ve tüm
şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyor, Atatürk’ün
izinde yürüyen YÜCElen gençlerimize sevgilerimi iletiyorum.
Saygılarımla,
Kağan Kalınyazgan