Değerli
Öğretmenlerimiz, Velilerimiz ve Atatürk’ün izinden yürüyen Sevgili Öğrenciler,
Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü,
aramızdan ayrılışının 81. yıl dönümünde sevgi, saygı ve özlemle anmak için
bugün bir araya gelmiş bulunuyoruz. Ölümünün üzerinden 81 yıl geçmesine rağmen
ilke ve devrimleriyle bizlere ışık tutmaya devam eden, özgürlüklerimizi,
kimliğimizi ve yurdumuzu kazandıran Büyük Önderimizi, bir kez daha minnet ve
şükran duygularıyla anıyorum.
Atatürk’ün hayat hikâyesi hakikati aramanın,
bu uğurdaki fedakârlığın, azmin ve inancın canlı bir örneğidir. Bugün dahi, içinde
bulunduğumuz zorluklar ne kadar büyük olursa olsun Atatürk’ün yaşamı ders
çıkaracağımız ve örnek alacağımız birçok anı barındırmaktadır. O nedenle YÜCE Okulları
olarak bugün olduğu gibi her fırsatta, onun anılarını çocuklarımıza
hatırlatmayı önemli bir görev kabul ediyoruz. Hangi okullarda okuduğunu, hangi
cephelerde savaştığını, hangi devrimleri yaptığını anlatmakla kalmıyor, yaşamı
boyunca içinde bulunduğu şartları, yaşadığı zorlukları, bu zorlukları nasıl
aştığını, duygu ve düşüncelerini öğrencilerimize yaşatmayı hedefliyoruz. Bugün
düzenlediğimiz anma etkinliğinde de Atatürk’ün yaşamına bu açıdan yaklaşmak
istiyoruz.
Atatürk, yaşamının önemli bir bölümünü
cephelerde geçiriyor. Arnavutluk, Trablusgarp, Balkan Savaşları’nda görev
alıyor, Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Kafkas, Suriye ve Filistin
cephelerinde komutanlık, Kurtuluş Savaşı’nda ise başkomutanlık yapıyor. 10
yıldan fazla bir süre, kendi deyimiyle ayağındaki postalı çıkarmıyor. Bu
dönemde çok ağır rahatsızlıklar geçiriyor, farklı cephelerde birçok kez
yaralanıyor ve defalarca suikast girişimiyle karşılaşıyor. Yılmıyor, korkmuyor
ve karşısındaki güçler ne kadar büyük olursa olsun onlara cesaretle karşı
koyuyor.
Kurtuluş Savaşı’nın sonrasında, ülkenin içinde
bulunduğu sefalet karşısında pes edeceğini düşünen emperyalist devletlere
Cumhuriyet ve devrimleriyle en güzel cevabı veriyor. Doğru bildiği yoldan
şaşmıyor, ucuz ve geçici çarelerle yetinmiyor, sorunları çözmek, kalkınmak,
ilerlemek, millî egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak için
çabalıyor. “Büyük ideal” olarak tanımladığı bu hedefe umutla, azimle, güvenle
ve barışla ulaşıyor.
Bu sırada meclis toplantılarına katılıyor,
bayramlarda törenleri izliyor, açılışlara katılıyor, Gazi koşularını kaçırmıyor
ve büyük ülkelerin devlet adamlarını kabul ederek tercüman olmaksızın
konuşuyor.
Aynı anda, kara tahtanın başına geçmiş harf
öğretiyor, traktöre binmiş çiftçilik yapıyor, arkeolojik kazılara katılmış
araştırma yapıyor, öğretmenleri toplamış eğitimin geleceğini planlıyor, çizmelerini
giymiş fabrika temeli atıyor, havacılıkla yakından ilgileniyor, trene binmiş
köy, kasaba bırakmadan ülkeyi geziyor. Bütün bunları büyük bir gururla ve
heyecanla yapıyor.
Bu sırada Nutuk adlı eserini yazıyor, tiyatro
eserleri yazıp oynatıyor, sinema senaryoları yazıyor, kalemi kâğıdı ve
kitapları hiçbir zaman elinden bırakmıyor. Bu yüzden de yaşamı boyunca çok az
uyuyor.
Hayat felsefesiyle doğayı koruyor, hayvanları
seviyor, çocuklarla çocuk oluyor ve kadınlara sevgi ve saygıyla yaklaşıyor. Şahane
dans ediyor, spor yapıyor, müzikle yaşıyor, sanatçıya saygı duyuyor, tiyatrolara
konserlere, gösterilere katılıyor ve davranışlarıyla, nezaketiyle,
centilmenliğiyle Türk halkına rol model oluyor. Üstelik bütün bunları keyif ve mutlulukla
yapıyor.
Büyük bir yaşamı, kısacık bir hayata
sıkıştırarak dolu dolu yaşıyor. O kadar hızlı yaşıyor ki genç diyebileceğimiz
bir yaşta aramızdan ayrılıyor.
Atatürk'ün vefatı sadece Türkiye'de değil, bütün
dünyada hüzünle karşılanıyor. Vefatından hemen sonra, dış basındaki manşetlerde
yer alan övgü dolu sözler tarihte hiçbir zaman başka bir lider için söylenmiyor.
Alman
basınındaki: “Almanya, Atatürk’ün eserine ve
mücadelesine hayrandır.”
ABD basınındaki: “Dünya sahnesinden tarihin en dikkat çekici adamlarından biri
geçti.”
İngiliz basınındaki: "İngiltere; önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık
bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır."
Sovyet basınındaki:
"Onun ölümü, dünya için de derinliği
ölçülmez bir kayıptır."
Fransız basınındaki: "Tarih çok büyükler gördü. İskenderler’i, Napolyonları,
Washingtonları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu
Türk oğlu Türk kırdı."
manşetleri ve daha yüzlercesi… Bütün bu
manşetler gösteriyor ki Atatürk, sadece Türkiye’ye değil dünyaya da mâl olmuş eşsiz
bir liderdir.
Nitekim Atatürk'ün doğumunun 100’üncü yılı
olan 1981’de UNESCO tarafından genel kurul kararı doğrultusunda bütün dünyada
“Atatürk yılı” olarak kutlanmış, bu uygulama bir daha başka bir lider için
tekrarlanmamıştır. UNESCO’nun o yıl yaptığı ATATÜRK tanımlaması ise şöyledir:
“Atatürk;
uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir
kişi, olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve
emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü,
bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz
bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu.”
Görüyoruz ki bir liderin üstün bir kişiliğe
sahip olması sadece kendisinin ya da yakın çevresinin onu bu şekilde tanımlamasıyla
gerçekleşmiyor. Tüm dünyanın o lidere ve eserlerine saygı duyması için öncelikli
olarak evrensel değerleri yaşatmış olması ve dünya barışının öncüsü olması
gerekiyor. Böylesine eşsiz bir lidere sahip olduğumuz için çok ama çok şanslıyız.
Atatürk bugün aramızda bulunmuyor ancak
vefatının yıl dönümü olan 10 Kasımlar;
Onu sadece anmakla kalmayıp aynı zamanda
anladığımız,
Onu özlemekle kalmayıp düşüncelerini
yaşattığımız,
Onu sadece yakamızdaki rozetle değil, eylemlerimizle
de taşıdığımız,
Onun emanetine sahip çıkabildiğimiz,
Onun eserlerini koruyabildiğimiz,
Onun izinden yürüyen Mustafa Kemalleri
yetiştirebildiğimiz zaman anlam kazanıyor.
Bu duygu ve düşüncelerle bizlere bağımsız bir
ülke bırakan, hak ve özgürlüklerimizi kazandıran Mustafa Kemal Atatürk'ü
ölümünün 81. yıl dönümünde büyük bir sevgi, saygı, rahmet ve şükranla anıyorum.
Ruhun şad olsun sevgili Atam!..
Saygılarımla.
Kağan Kalınyazgan