Sayın Kurucu Temsilcim, Değerli İdarecilerim, Saygıdeğer Velilerimiz ve Sevgili Çocuklarımız…
Hepiniz “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” kutlama programımıza hoş geldiniz. Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
19 Mayıs 1919… Umudun, inancın, kararlılığın, cesaretin ve ileri görüşlülüğün “Mustafa Kemal Atatürk” üzerinde hayat bulduğu ve tam 104 yıldır tüm gençlere örnek olması gereken bir başarı hikâyesinin ilk adımıdır…
Bugün bu adımıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün bana nasıl ışık tuttuğunu anlatmak istiyorum sizlere… Nasıl bir ders çıkardığımı da bu tarihi hikâyeden…
Bana göre 13 Kasım 1918’de başlamaktadır hikâye… Kartal İstimbotu’nun üstünde söylenen “Geldikleri gibi giderler,” sözüyle… Bugün bu sözün çok rahatlıkla söylenmiş olabileceği düşünülüyor ve adeta bu söz “popülist bir tweet” gibi damgalanıyor. Milyonlarca beğenenin, beğenmeyenin, yorum atanın, eleştirenin olabileceği bir “tweet”. Peki gerçekten sadece popülistçe söylenmiş bir söz mü bu? Bence hayır… Bakın Prof. Dr. İlber Ortaylı nasıl bir yorum yapıyor bu söz üstüne;
“Geldikleri gibi giderler diyor. Bilerek söylenmiş bir söz. Kızgınlıktan filan gelen travmatik bir temenni değil. Bir diş kırma cümlesi değil bu. Giderler. Kurmay kafası anlar bunu… Bunlar yorgun… Biraz uğraşır aklına başına toplarsan giderler teslim olmazsan gider bunlar, diyor. Bu kadar açık. Ve gittiler… Onu yapmak lazım tabiî çok önemli bir şey bu. Bir umutsuzluk yok… Bu bina çökmez… Binanın temeline bakıyor, durumuna bakıyor, hükmünü veriyor. Hallederiz giderler diyor.”
Böyle düşününce popülistlikten uzak, ne kadar önemli bir cümle değil mi? Peki bu sözü söyledikten sonra ne yapmak gerekiyor? İlber Ortaylı’nın dediği gibi teslim olmamak ve kararlı olmak gerekiyor.
Ve böyle de yapıyor Mustafa Kemal Atatürk… Fırsatını bulduğu anda kararlılıkla planını uygulamaya başlıyor. Kendisinin ileride bizlere söyleyeceği tavsiyeye uyuyor. Bir gün çaresiz kalınca bir kurtarıcı beklemiyor. Belki kendisinden rütbeli binlerce komutanını beklemiyor… Ya da padişahı… Kurtarıcı kendisi oluyor… Ordu yok deniyor, “Kurulur” diyor. Para yok deniyor, “Bulunur” diyor. Düşman çok diyorlar, “Yenilir” diyor. Ve 15 Mayıs’ta yola çıkmaya karar veriyor…
Ailesini arkada bırakıyor, sevdiklerini… O, 15 Mayıs gecesi vedalaşıyor annesiyle, kardeşiyle… Kalp rahatsızlığı vardı annesinin. Nasıl söyleyecekti? Ne yapacaktı?... Çok zorlandı ama yaptı. Gidiyorum, dedi, buraların Selanik gibi olma ihtimali var. Elimden ne gelirse yapacağım. Bu işte tehlike çoktur. Hakkını helal et. İşler fenalaşırsa sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf edersiniz, paranız biterse halılarınızı, kıymetli eşyalarınızı satarsınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet bende ölmüş olurum…
Kaçımız söyleyebiliriz acaba bu sözleri… Söylesek bile kaçımız kararlı olup gidebiliriz bu göreve… Belki de en güzel kardeşi Makbule Hanım özetliyor bu görevin zorluğunu… Muharebeye giderdin, bilirdim. Bir vazifeye giderdin, bilirdim… Fakat bugün ne için gidiyorsun, nereye gidiyorsun, bilmiyorum diyor… O gece fenalaşan annesi ve ablası bilinmeze yolcu ediyor Mustafalarını… Bilinmeze gidiyor ama annesi onu yine de ağlamadan uğurluyor. Askerin arkasından ağlanmaz diyor… Memleketi için giden insan ölse bile ardından ağlanmaz, diyor… Ne kadar zor bir uğurlama değil mi? Belki de pek çoğumuz vazgeçerdi gitmekten. Başkası düşünsün, derdi…
Bir 15 Mayıs’ta tasarladım ben bu konuşmayı. İzmir’in işgal edildiği gündü 15 Mayıs… Aynı gün Mustafa Kemal Atatürk’ün Bandırma Vapuru’nun kaptanı İsmail Hakkı Bey’i makamına çağırtarak yolculuk hakkında bilgi aldığı ve ertesi gün öğle üzeri hareket edeceklerini bildiği gündü 15 Mayıs…
Bir taraftan bakınca kara bir gündü 15 Mayıs… Öbür taraftan güneşi doğuşu… Umutsuz durumların olmadığının, umutsuz insanların olabileceğinin en güzel örneği…
Önemli olan karar vermekti. İnanmaktı… Umudu yitirmemekti… Cesaretli olmaktı… İnanırsan, umudun yitirmezsen, cesaretle kararının arkasında durursun, güneş elbet doğar senin için… Ve o gün bir güneş doğmuştu Türk halkı için…
Zordur kararların arkasında durmak… İnanırsın, yapacağım dersin ama bir üşengeçlik sarar bazen insanı… Bizler bazen sıcacık yatağımızdan kalkıp planladığımız bir işi yapmaktan vazgeçerken veya gitmeye karar verdiğimiz bir yere sırf üşendiğimiz için gitmekten vazgeçerken, sen o sabah kalktın ve o gemiye bindin. O evde aileni bıraktın ve görevine koştun…
Hiç yaşanmamış olsa bu olay, bugün biri gelse dese ki “Bir ülke var, ordusu yok, yedi düvel topraklarını işgal etmiş, ekonomisi bitik, belki uçan kuşa borcu var, halkı yorgun bitap… Ve bir adam var bir yola çıkıyor ve bu ülkeyi bağımsız, özgür ve laik bir ülke yapıyor. Ekonomik kalkınmayı gerçekleştiriyor, borçları bitiriyor… Herhalde 100 kişiden 99’u “Hadi canım sen de… Hikâye mi anlatıyorsun bize, derler…”
Ya da bu hikâyenin sonunu bilmediğinizi düşünün ve 14 Mayıs 1919’da birinin size gelip “Ben bir görevi kabul ettim. Bu görev ile Anadolu’ya gidiyorum. Arkamda hiç kimse yok… Ben arkama halkı alacağım. Meclis kuracağız, ordu toplayacağız, ülkeyi düşmandan kurtaracağız. Sonrasında cumhuriyeti ilan edeceğiz. Hilafeti, saltanatı kaldıracağız. Sayısız yenilik, devrim yapacağız… Ekonomiyi, eğitimi muasır medeniyetler seviyesine çıkaracağız.” Dese ne derdiniz?
Bu kadar imkânsız bir görev aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı… Gençlere ve onlarla beraber tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına büyük bir ders olması dileğiyle, binlerce kez teşekkürler sana ATAM.
İyi ki “Geldikleri gibi giderler,” dedin…
İyi ki o gemiye bindin…
İyi ki bir ülkeye güneş gibi doğdun…
Nice umudun 19 Mayıs’larına…
16 Mayıs 1919’da seninle bir gemiye bindik biz… O gemi sonsuza kadar yolundan şaşmayacak… Senin ışığınla o gemiyi daima ileriye götüreceğiz… Yaşasın Cumhuriyet!.. Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk!..