Blog

 Ana Sayfa / Blog / Blog

Eğitimde POP Kültürünün Etkisi

Vardiya yerine ders, mola yerine teneffüs, ekip yerine sınıf, şef yerine müdür ve bunun gibi birçok benzetmeyle adeta fabrikaları andıran okullar, 20. yüzyılın başlarında sanayileşmenin etkisiyle klasik eğitim modelini benimseyerek o dönemin iş gücü ihtiyacını karşılamak amacıyla tasarlandı. 21. yüzyılda sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken klasik eğitim, dönemin ihtiyaçlarına cevap veremediği için hızla değişmeye başladı ve “21. Yüzyıl Eğitimi” başlığı altında yeni eğitim modelleri oluştu. Gelişmiş ülkelerin çoğunda, bu değişim istikrarlı bir şekilde zamana yayıldı ve sağlıklı bir dönüşüm yaşandı. Diğer ülkelerde ise, arz ve talep dengesinin aşılmasıyla, yani toplumun çoğunluğunun değişim ihtiyacını gerekli görmeye başlamasıyla, bir anda yeni eğitim sistemlerinden bahsedilmeye başlandı. Araştırma, planlama, hazırlık, pilot uygulama ve iyileştirme gibi gerekli basamakların çoğu atlandığı için doğal olarak bu ülkelerde, eğitim alanında üretkenliğin sınırlı kaldığı, kalıcı olamayan, tüketime dayalı yenilikler ön plana çıkmaya başladı. Özellikle sınavlar gibi güncel başlıklar üzerinde polemikler oluşturarak sözde yenilikler yapmak veliler tarafından karşılık buldu. Kısaca eğitim alanında da, pop kültürü hızla hayatımıza girdi. Eğitimde pop kültürü sadece devlet kurumlarıyla sınırlı kalmadı. Değişimi öngöremeyen, ancak beklentiler karşısında yenilik yapmak zorunda kalan özel öğretim kurumları da bu ekolü benimseyerek iddialı sloganlarla öne çıkmak için yarış içerisine girdi. 


Öğrencilerin gelecekte ihtiyaç duyacakları kariyer ve yaşam becerilerini ölçmekten uzak sınavlarla dolu eğitim sisteminde neredeyse sokakta yürüyen her on öğrenciden biri birinci oldu. 2017 TEOG sınavında tam 17 bin birinci çıktı ve yüzlerce okulun ve çarpı onlarca öğrencinin sınavlarda birinci olduğu iddiaları gazeteleri ve reklam panolarını süslemeye başladı. Küreselleşen iş dünyasında, başarı için gerekli yetkinlikler sınavlarda sorgulanandan çok daha farklı olunca, öğrencilerin sınavlarda elde ettikleri başarıları mezuniyet sonrasında sürdürmeleri zorlaştı ve bu nedenle hayal kırıklıkları kaçınılmaz oldu.


Okullarda yapılan yazılı sınavlar sonucunda verilen karne notları öğrenci ve velileri memnun etmeyince, bazı okullar adil olmayan yollara başvurdu. Çoğu özel okulda sınavların test şeklinde yapılması ve öğrencilerin bu sınavlarda aynı cevap anahtarını doldurarak 100 almaya başlaması karşısında Milli Eğitim Bakanlığı, sınavların yazılı şeklinde yapılmasına ile ilgili bir genelge yayımladı. Bu önlemin karşısında da okullar boş durmadı ve kendilerince çözümler üretti. Veli, öğrenci ve eğiticilerin “saadet zinciri” hızla kuruldu ve Türk milleti olarak “hormonlu not” tanımını tüm dünyaya kazandırmış olduk. Bakanlık dahi, sınavlarda değişim kararı alırken okul notlarının hormonlu olduğunu kabul ediyor ve buna göre strateji geliştiriyor. 


Tüm dünyada dil eğitiminde standart olarak kabul edilen ve temel düzeyde A1 seviyesinden başlayarak sırasıyla A2, B1, B2, C1 ve C2 seviyeleriyle tamamlanan Avrupa Ortak Dil Referans Çerçevesini (CEFR) haberdar olmayan okullar dahi yabancı dil eğitiminde en iyi oldukları iddialarını sürdürüyor. Öğrencisini A seviyesinde mezun ettiğini iddia eden okullar bile bulunuyor. Yabancı dil eğitimde var olan standartlar ve akreditasyon kuruluşları okulların büyük bir çoğunluğu tarafından gözetilmiyor. 


Okulların tanıtım görselleri gerçeklerden koparak öylesine abartılı bir hal almaya başladı ki, reklam panolarında öğrenciler uzay gemisi bile kullanır oldu. Halbuki bu okullardaki en ileri düzeydeki teknoloji, çoğu zaman çalışmayan akıllı tahtadan öte değil. E-posta ile ödev gönderen okullar, bu teknolojik gelişimi e-eğitim olarak adlandırılıyorlar. Sosyal medya platformlarını ödev ve bildirim göndermek için kullanan okullar ise teknoloji devrimi yaptıklarını iddia ediyorlar. 


Okullar televizyonlardaki yarışma programlarının etkisiyle, sanat eğitimini “O Ses Türkiye” gibi yarışmalardan ibaret görmeye başladı. Sonrasında, bu okullar öğrencilerinin performansını yetersiz görmüş olacaklar ki, özel günlerde tanınmış sanatçıların sahne aldığı ve öğrencilerin arka planda olduğu etkinlikler düzenlemeye başladılar. Veliler de, bu gösterilerde fon malzemesi olan çocuklarını büyük bir coşkuyla alkışlar oldu.


Spor kulüpleriyle yapılan anlaşmalar sonucunda öğrenciler okuldan okula transfer edilmeye başlandı. Okulların spor alanında elde ettiği şampiyonluklar önemli bir tanıtım malzemesi haline gelince Türkiye yetmedi, dünya şampiyonlukları hedef alındı. Uluslararası Okul Sporları Federasyonu (ISF) yaptığı incelemeler sonucunda Türkiye’de yaşı tutmayan profesyonel sporcuların takımlara alındığını tespit etti.


Kısaca okulların mevcut kavramların içini boşaltarak ve kendilerince yeniden anlamlandırarak oluşturdukları “………’da en iyiyiz!” sloganları ve nedense, velilerin bu sloganlara olan ilgisi bitmek bilmiyor.


“Eğitimli insanlar yapabileceklerinden fazlasını söylemeye utanırlar.”

KONFÜÇYUS


İddialar öyle bir hal alıyor ki, değerini, anlamını hızla yitirmeye başladı. Pop kültürü Türkiye’nin eğitim alanına da böylelikle egemen oluyor. Gerçekleri yönetmek çok daha zor olduğu için, çoğu özel okul, emek harcamaksızın algıyı yönetme çabası içeresine giriyor. Özellikle eğitimde, standart ve kalite oluşturmakta zorlanan ve medyada satın alma gücü olan okullar bu konuda başı çekiyor.


Walt Disney Stüdyoları, hikayelerini oluştururken gerçekçilik üzerine değil de, inandırıcılık üzerine kurgu yaptıklarını belirtiyor. Çünkü gerçekleri dikkate alacak olsalar çocukları büyüleyecekleri o hikayeleri de oluşturamayacaklar. Aynı şekilde pop kültürünü benimseyen okullar da, gerçekleri referans alacak olsalar, öğrenci bulmakta hayli zorlanacaklar. O nedenle gerçekler üzerinde değil de, reklamlar vasıtasıyla oluşturdukları algıyla tanıtım yapıyorlar.


21. Yüzyıl Eğitimini Benimseyen Okullar:

21. Yüzyıl Eğitimini benimseyen, bu yönde dönüşüm kararı alan bir öğretim kurumunun, misyon ve vizyonun öncelikli olarak bu kararla uyuşması gerekiyor. Sonrasında, hayata geçireceği eğitim modeli için yıllara yaygın olarak atması gereken adımlar şu şekilde sıralanabilir:

İlgili alanda araştırma yapılması, Türkiye’de yeterli referans olmadığı durumlarda, uluslararası eğitim kurumlarıyla iş birliğine gidilmesi,

Uluslararası standartların belirlenmesi ve Türkiye normlarına göre adapte edilmesi,

Veli ve öğrencilerle toplantılar yapılarak farkındalık yaratılması,

Akademik kadronun hizmet içi eğitime alınması,

Çalıştaylarla, öğretmenlerin ön tecrübe edinmesi,

Pilot uygulamalarla, atılan adımların doğruluğunun test edilmesi,

Yapılan çalışmalardan gelen bildirimler doğrultusunda revizyon yapılması,

Öğrenci ve velilerin uyum sürecinden geçirilmesi,

Uygulamaların başlaması,

Öngörülmeyen sorunların tespiti ve çözümü,

İyileştirme

Olgunlaşma

Farklı disiplinler etrafında yaygınlaşma


Bu uzun ve zahmetli süreç yoğun emek ve zaman aldığı için, çoğunlukla eğitimde pop kültürü egemen oluyor. Kurumlar herhangi bir birikime ya da kültüre sahip olmaksızın, kalitesi dahi test edilmemiş kaynaklarla ve iddialı sloganlarla ortaya çıkıyorlar. Doğrulardan uzak söylemlerle, bu okulların etik davranış sergilemedikleri gerçeği ile de karşı karşıya kalıyoruz. Doğru olmayan, gerçeklerle örtüşmeyen sunumları kurumsallaştırmış olan bu okulların, öğrencilerine etik değerleri kazandırması ve olumlu tutum, davranış geliştirmesi ne kadar sağlıklı olabilir? Eğitim sürecinde etik değerleri kazanmamış bir öğrencinin, gelecekteki kariyerinde sürdürebilir bir başarı ve mutluluğa ulaşması mümkün olabilir mi?


“Kimse bizi aldatamaz, biz ancak kendi kendimizi aldatırız!”

GOETHE


Pop kültürü eğitim alanında da talep görüyorsa, muhtemelen arz talep dengesinden kaynaklanıyordur. Kısaca, Pop okullar var ise, bu okulları isteyen veliler de fazlasıyla bulunuyor demektir. Hızlı yoldan, emek harcamadan çocuğunun akademik gelişim göstermesini arzu eden bu veli grubunun, Pop kültürüne sahip okulların oluşumunda katalizör etkisi yarattığını söylemek yanlış olmaz. Öncelikli olarak anne, babaların reklamlarla sunulan iddiaları eleştirel bir bakış açısıyla irdelemesi ve çocuklarının özeline odaklanarak eğitim sürecinde bireysel anlamda gösterdiği kişisel gelişimi değerlendirmesi gerekiyor. Bu bakış açısıyla bir eğitim kurumunu objektif bir gözle, vizyonu, misyonu, sistemi, akredite programları, çalışanları ve çıktıları ile yani bütünüyle değerlendirmesi en sağlıklı yol olacaktır. Aksi taktirde, kaybeden “……..’da en iyiyiz!” sloganlarının cazibesine kapılan yetişkinler değil, onların en değerli varlıkları, yani çocukları olacaktır.


Adres Bilgileri